BİLKA
BİLGE KADIN ARAŞTIRMA MERKEZİ
KADININ VE ÇOCUĞUN SOYADI RAPORU
(2014)
Av. VİLDAN ERYILMAZ
İlahiyatçı SABRİYE BAHTİYAROĞLU
Psikolog BURCU TOLUÇ
KADININ VE ÇOCUĞUN SOYADININ HUKUKİ AÇIDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Av. Vildan ERYILMAZ
ANAYASA MAHKEMESİ, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ VE
YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ
Türk
Medeni Kanununun (TMK) m. 187 hükmüne göre;
“Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna
veya daha sonra Nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı
önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu
haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” Buna göre kanun evli kadına iki
seçenek sunmaktadır. Seçeneklerden birisi, kadının evlenmekle kocasının
soyadını alacağına; ikincisi ise, evlendirme memuruna veya nüfus idaresine
yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da
kullanabilmesine ilişkindir.
Bir
kimsenin kanun gereği soyadı edinmesi ya evlenen kadının durumunda olduğu gibi
evlenmenin bir sonucu olarak ya da çocuğun soyadı edinmesinde soy bağı
ilişkisinin bir sonucu olarak meydana gelmektedir.
TMK m. 187 hükmü, kadının evlendiği
anda kocasının soyadını kanun gereği elde edeceğini, bunun yanında isterse
ilgili yerlere başvurarak evlenmeden önceki soyadını da kocasının soyadı ile
birlikte kullanabileceğini düzenlemektedir. Bu düzenlemeye göre, hukuk
sistemimizde yasama organı kadının evlendikten sonra hiçbir şekilde önceki
soyadını tek başına kullanmasına imkân vermemektedir.
Medeni Kanununda yer alan kadının
soyadı ile ilgili bu düzenlemeye rağmen, evlenen kadının soyadını değiştirmesi
ile kişilik hakkı ve kamu düzeni ihlalinin gerçekleştiği fikir ve görüşleri
gündemi mesnetsiz ve gereksiz olarak fazlası ile meşgul etmektedir.
Evlenen kadının evlenmeden önceki
soyadını kullanmasına kanuni düzenleme ile engel olunmasının, kişinin özel
hayatına zorunlu müdahale oluşturduğunu ileri sürenler de mevcuttur. Bu söylem
medyada sıkça ve tek taraflı olarak dile getirilmektedir. Bu yayınlar kanuni
değişikliklerin yapılması için bir baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.
Zira Türkiye’nin taraf olduğu temel
hak ve özgürlüklere ilişkin başta İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile Temel Hak
ve Özgürlükleri düzenleyen diğer sözleşmelerde, evli kadının evlenmeden önceki
soyadını muhafaza edeceğine ilişkin açık bir hüküm ve düzenleme
bulunmamaktadır. Diğer bir anlatımla, “aynı konuda farklı bir hüküm” mevcut
değildir.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) 2004 yılında almış olduğu bir
kararla, kadının soyadı ile ilgili bu düzenlemenin, özel hayatın ve aile
hayatının korunması ilkesine ve ayrımcılık yasağına aykırı olduğunu söyleyerek,
TMK m. 187 düzenlemesinin “evli kadına kocasının soyadını taşımayı dayattığını,
bunun da soyadını seçme ve evlenmeden önceki soyadını muhafaza etme hakkını
ortadan kaldırdığını belirterek adı geçen düzenlemenin Sözleşmenin m. 8. de
belirtilen “özel hayata” müdahale oluşturduğu gerekçesi ile ihlal kararı vermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
m. 46 uyarınca, mahkeme kararları bağlayıcıdır. Akit devletler, taraf oldukları
davalarda mahkemenin nihai kararlarına uymayı taahhüt etmişlerdir. Bu kararlar,
milli mahkeme kararlarını ortadan kaldırmaz, sadece hak ihlali olup olmadığını
tespit eder. AİHM kararlarının uygulanması için akit devletler gereken
tedbirleri alır. Bunu nasıl yapacakları kendi takdirlerine bırakılmıştır.
Akit devletler sözleşmeye göre bir
yükümlülük altında değildir. Mahkeme kararları iç hukukta doğrudan sonuç
doğurmamakta, milli mahkeme kararlarını iptal ederek veya değiştirerek onların
yerine geçmemektedir. Akit devletlerin iç hukuk düzenlerinde kesin hüküm
kavramı yerleşmiş olduğundan, AİHM kararları milli mahkeme kararlarının bu niteliğini
ortadan kaldırmaz. Milli mahkeme kararlarının sözleşmeye aykırılığının tespit
edilmesi halinde tazminat ödenmesi haricinde bir yaptırım söz konusu
olmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi ise 2011 yılında
kadınının soyadı ile ilgili bir kararında AİHM kararına aykırı yönde karar
vermiş, Türk kadınının kanunen ve zorunlu olarak evlendiği kimsenin soyadını
alması gerektiği yönündeki önceki içtihadını teyit etmiştir. (R.G., t.
21.10.2011, s. 28091)
Anayasa Mahkemesi, Medeni Kanun m.
187 hükmünün Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi,
gerekçeli kararında, kişinin soyadının “kimliğinin belirlenmesinde en önemli
unsur” olduğunu ve bu bağlamda “vazgeçilemez, devredilemez, kişiye sıkı surette
bağlı bir kişilik hakkı” olduğunu ifade etmiştir.
“Kişinin kimliğini belirleme işlevi
yanında, ailesini ve soyunu belirleme, kişiyi başka ailelerin bireylerinden
ayırt etme işlevleri” de olduğuna, bu doğrultuda kanun koyucunun “nüfus
kayıtlarının düzenli tutulması, resmi belgelerde karışıklığın önlenmesi, soyun
belirlenmesi, ailenin korunması gibi sebeplerle” soyadını düzenlemeler ile
kural altında tuttuğuna vurgu yapmıştır.
MK m. 187’de yer alan kuralın da
“aile birliğinin korunması ve aile bağlarının güçlendirilmesi başta olmak
üzere, nüfus kayıtlarının düzenli tutulması, resmi belgelerde karışıklığın
önlenmesi ve soyun belirlenmesi gibi kamu düzeni gerekleri nedeniyle kabul
edildiği” yönünde karar vermiştir.
Yargıtay,
kocasından boşanan ve çocuğuna kendi soyadını vermek isteyen annenin, yerel
mahkeme tarafından kabul edilen talebini, Nüfus Müdürlüğünün temyizi üzerine
bozmuş, gerekçe olarak ise anne ve babanın, çocuğun doğduğu anda evli olması
halinde, babanın soyadını alacağını, çocuk reşit oluncaya kadar veya baba TMK
m. 27 şartlarını ispatlayarak soyadını değiştirmedikçe, soyadının
değiştirilmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir.
Anayasa
Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın birbirini teyit eder nitelikteki kararları ile TMK
m. 187 hükmünün Anayasaya ve mevcut kanuni düzenlemelere aykırı olmadığı,
kadının soyadının evlilik ile birlikte değişmesinin kişilik hakkı ihlali ve
kamu düzeni ihlaline neden olmadığı görüşünü benimsemekte oldukları
anlaşılmakta idi.
Ancak Anayasa Mahkemesi 2013 yılında
önceki içtihadından dönerek tam tersi bir karar vermiştir. Kararda "Başvuruya
konu yargılama kapsamında başvurucunun sadece evlenmeden önceki soyadını
kullanmasına yetkili idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi
şeklindeki uygulamanın, kişinin kimliğinin belirlenmesinde en önemli
unsurlardan biri olan soyadının vazgeçilemezlik, devredilemezlik ve kişiye sıkı
surette bağlı olma niteliklerinin kadının soyadı bakımından geçerliliğini
etkilediği görülmekle, belirtilen uygulamanın Anayasa'nın 17. maddesinde
tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir
müdahale oluşturduğu açıktır." demiştir. Anayasa
Mahkemesi’nin, AİHM paralelinde aldığı bu karar Türk kadınının soyadı
meselesinin güncelliğini artırmıştır.
Bilindiği
üzere soy baba/erkek ile takip edilmektedir. Nesil silsilesi babayı takip
etmektedir. TMK m. 282 göre, çocuk ile ana arasında soy bağı doğumla kurulur.
Çocuk ile baba arasındaki soy bağı ise m. 283 göre ana ile evlilik, tanıma veya
hâkim hükmü ile kurulur. Babanın soyadının kullanılmasında asıl olan, neslin devamı
ve takibini sağlamaktır. Çocuk bu sebeple babasının soyadını kullanmalıdır.
Özel durumlarda reşit olan çocuk kendi istek ve iradesi ile farklı bir soyadı
seçebilir ve kullanabilir.
Nesebin
devamlılığının sağlanabilmesi bakımından olması gereken bu düzen, erkeğin
kadına üstün tutulduğu anlamını taşımamaktadır. Çocuğun babasının soyadını
taşıması kendisi için hem hak hem de bir yükümlülüktür.
Geniş
anlamda soy bağı bir kimse ile onun ecdadı, üst soyu arasındaki biyolojik ve
doğal bağlantıyı ifade etmektedir. Dar anlamda soy bağı, yalnızca çocuklar ile
ana ve baba arasındaki bağlantıyı başka bir deyişle çocuğun anne ve babasına
bağını ifade etmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı 2011/2-775 Esas
2012/116 Karar)
Anayasa Mahkemesi 2011 yılında verdiği
bir karar ile Soyadı Kanunu’nun m. 4/2’deki “Evliliğin feshi veya boşanma
hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya
seçeceği adı alır.” biçimindeki
birinci cümlesini iptal ederek, boşanmada velayeti kadına verilen çocuğa kadının
kendi soyadını vermesinin yolunu açmıştır. (R.G., t. 14.02.2012, s. 28204)
Evlenen
kadının kendi soyadını kullanmak istemesi ortaya önemli sorunlar çıkaracaktır.
Evlenen ve kendi soyadını kullanmaya devam eden kadının boşanması durumunda,
ortak çocuğun, babanın soyadını değil annenin soyadını taşıması halinde, ciddi
sıkıntılar yaşanabilecektir. Kadının yeniden evlenmesi halinde, erkeğin
soyadını ortak soyadı olarak belirlemeleri halinde, çocuğun soyadı annenin
kızlık soyadı olarak kalmaya devam mı edecek, yoksa evlenen anne ve yeni eşin
seçmiş olduğu ortak soyadını mı alacaktır?
Farklı
bir ihtimal ise çocuğun annenin soyadını taşıdığı durumlarda, yeniden evlenen
annenin yeni eşin soyadını taşımak istemesidir. Bu durumda çocuk annesinin
sonradan evlendiği kişinin soyadını mı alacaktır? Zira böyle bir durumda
özellikle çocuk bakımından nesebin devamlılığını takip etmek zorlaşacaktır.
Boşanan
eşlerin birden fazla çocukları olduğu varsayıldığında, çocuklardan bir kısmı
annede ve bir kısmı babada kaldığı takdirde, annenin talebi ile soyadı değişen
çocuklar ve babanın yanında kaldıkları için soyadı değişmeyen (babanın soyadını
taşıyan) çocuklar söz konusu olacaktır. Bu durumda acaba çocukların bir
kısmının annenin soyadını alması ve bir kısım çocukların babanın soyadını
taşımaya devam etmesi sosyal hayatlarını olumsuz etkilemeyecek midir?
Kadının
birden fazla kez boşanıp evlendiği düşünüldüğünde ve her evliliğinden
çocuklarının olduğu hususu göz önünde bulundurulduğunda, kadının soyadının
çocuğunda taşıması gerektiği yönünde olan görüş ve önerilere katılmak mümkün
görünmemektedir. Kadının kendi soyadını kullanmak istemesi özel ve istisnai
hallerde mümkün olsa bile, çocuğun kimliğinin belirlenmesinde soyadının
vazgeçilmez, devredilemez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olduğu
göz önünde alındığında, çocuğun soyadının babanın soyadı ile aynı olması
uygundur.
Türk
hukukunda aile ismi ile eş anlamda kullanılan soyadının, kişinin kimliğini
belirleme işlevi yanında, ailesini ve soyunu belirleme, kişiyi başka ailelerin
bireylerinden ayırt etme işlevleri de bulunmaktadır. Bu işlevleri nedeniyle
kanun koyucu, nüfus kayıtlarının düzenli tutulması, resmi belgelerde
karışıklığın önlenmesi, soyun belirlenmesi, ailenin korunması gibi sebeplerle
soyadı kullanımını kanuni düzenlemelerle kural altına almıştır. Mevcut kanuni
düzenlemeler ışığında kadının soyadını tek başına kullanması ve çocuk veya
çocukların kadının soyadını kullanması istisnai haller ve kanuni gereklilikler
haricinde mümkün olmamaktadır.
***
KADIN VE ÇOCUĞUN SOYADININ İSLAM HUKUKU AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sabriye BAHTİYAROĞLU
(İlahiyatçı)
İSLAMDA NESEBİN
KORUNMASI
İslam
da 3 şeyin korunması esastır.
1. Can
2. Mal
3. Nesep
İslam;
nesebi korumaya, babalık haklarına riayet etmeye özen göstermiştir. İslam
hukukçuları sahih nikâhla evli olan kadının doğan çocuğunun kocasına nispet
edileceği hususunda görüş birliği içerisindedirler.”Çocuk yatak sahibine aittir.” Hadis-i şerifi bunun
delilidir.
Araplarda
evlat edinilen çocuk gerçek bir oğul gibi kabul ediliyordu. Mirastan pay
alıyor, evlat edinen anne onu gerçek bir oğul gibi, evin kızıda onu öz kardeş
gibi kabul ediyordu. Bu konu düzeltilmesi gereken en önemli hususlardan
birisiydi.
“Anneler
çocuklarını tam iki yıl emzirirler (bu hüküm) emzirmeyi tamamlamak isteyenler
içindir. Onların (annelerin) nafakası ve kisvesi (giyeceği) maruf vechile
(babanın elinden gelen miktara ve örfü âdete göre) çocuk kendisi için doğrulmuş
olan (baba) üzerinedir.” Bakara
Suresi 233. ayet.
Ayet-i
kerimedeki çocukların babalar için doğurulduğu ifadesi ile çocuklar babalara
nispet edilmektedir.
“Onları
(evlat edindiklerinizi) babalarına nispet ederek çağırın, bu Allah katında daha
adildir. Eğer babalarınızı bilmiyorsanız artık onlar din de sizin
kardeşlerinizdir veya dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise sizin için
bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin, kasıt gözeterek
yaptıklarınızda (vebal) vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”Ahzab suresi
5. ayet
Bu
ayet-i kerimeden evlatlık alınan kimselerin evlat edinene değil asıl babalarına
nispet edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu emrin uygulanması ile ilgili
olarak ilk sunulan reform Peygamber’in (s.a.v) evlatlığı Zeyd’in artık Zeyd bin
Muhammed (s.a.v), (Muhammed’in oğlu Zeyd) yerine Zeyd’in babasına nispet
edilerek Zeyd bin Harise (Harise’nin oğlu Zeyd) adıyla çağrılmasıdır. Bu ayetin
nüzulünden sonra insanların kendilerini gerçek babalarından başkalarına nispet
etmeleri yasaklanmıştır.
Yine
Sa’d bin Ebu Vakkas’tan Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir.”Kendisini, bildiği halde babasından başkasına nispet eden kimseye
cennet haram kılınmıştır.”
Başkasına
babalık iddiasında bulunan kimse bunun helal olduğunu kast ettiği takdirde
cennet ona haram olur veya cennet ona azap görmeden önce haram olur.
Babasından
başkasını haram olduğunu bildiği halde, fakirlik veya makam talebi sebebiyle
kendisine baba edinirse bu küfürdür. Ancak bunu helal kabul etmese büyük
günahlardan birini işlemiş olur, cehenneme girmeyi gerektirir.
Başka
bir hadiste: “Kim babasından başkasını baba olarak çağırırsa Allah’ın,
meleklerin ve insanların laneti üzerine olsun. Allah kıyamet gününde onun ne
farzını ve ne de nafilesini kabul eder.”
“Babasından
başkasını babamdır diye iddia eden kimse yoktur ki küfre girmesin.”
Peygamber
Efendimiz bu hadis-i şerifler ile böyle yapan kimsenin bizzat babasının
nesebini ret etmesi sonucunda bu hükme dâhil olacağını bildirmektedir.
Şayet
bu kimsenin nesebi dedesiyle veya onu evlat edinen kimseyle şöhret bulmuşsa
(tanınmışsa) ve babasını inkâr etmemişse, şöhretinden dolayı o kimseye
kendisini nispet ederse bu tehdide muhatap olmaz.
Diyanet
İşleri Başkanlığınca yayınlanan İslam ilmihalinde nesep şu şekilde tarif
edilmektedir; Geniş anlamda nesep, bir kimsenin geldiği soy ile ilişkisini, kan
ve hısımlık bağını ifade eder. Dar anlamda nesep ise, çocuğun ana babasıyla
hısımlık ilişkisidir. Sahih (geçerli) bir evlilikte doğan çocuğun nesebi kocaya
bağlanır.
İslam
hukukunda soyun (nesep) korunması, önemi ve kuralları da şu şekilde açıklanır.
Kimsesiz
çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte hukuki bir
takım sonuçlar doğuran bir evlatlık kabul edilmemiştir. Evlat edinenle evlatlık
arasında bu ilişki sebebiyle bir mahremiyet doğmaz. Aynı şekilde evlat edilenin
ASLİ NESEBİNİN zayi edilmesi ve evlat edinenle evlatlık arasında tek veya çift
taraflı bir MİRASÇILIK ilişkisi yoktur.
İki
yaştan küçük çocukların –neseplerinin korunması anne ve babalarıyla
irtibatlarının sağlanması kaydıyla- evlatlık edinilip emzirilmesi ve böylece
süt mahremiyetinin ortadan kaldırılması gerekir.
Görüldüğü
gibi her ne sebeple olursa olsun çocuğun nesebi göz ardı edilemez ve çocuk
babanın nesebini başka bir deyişle soy ismini taşır.
Osmanlıdaki
uygulamada bu şekildeydi. Evlatlık alınan çocukların masrafları istenirse bir
belge ile belirlenir ve baba ortaya çıktığında veya maddi durumu düzeldiğinde
masraflar babadan alınabilirdi.
Cumhuriyet
döneminde soyadı kanunu ile bu durum resmileştirilmiş oldu.
Ayetler
ve hadisler ışığında yapılan açıklamalar çocuğun nesebinin babaya bağlanacağını
göstermektedir. Eğer bir anne çok önemli bir geçerli sebebi (can korkusu gibi)
yoksa keyfi olarak çocuğuna kendi kızlık soy ismini veremez.
Yukarıda
yapılan açıklamalara göre ailenin korunması, aile içi huzur ve refahın
sağlanması için çocuk ve anne arasındaki bağın kuvvetlendirilmesi hepsinin aynı
soy ismini almalarıyla mümkündür. Sonuçta aile kurumunu tahrip eden hatta yıkan
düzenlemelerin dini yönden tasvip edilmesi mümkün değildir. Bu tarz uygulamalar
çocuğun ve diğer aile bireylerinin psikolojilerinin bozulmasına, aile kurumunun
çıkmaza girmesine ve özellikle çocukta tamir edilemez yaralar açılmasına sebep
olur. Çocuğun anne veya baba yanında kendini yabancı hissetmemesini sağlamak
için aile fertlerinin aynı soy ismini taşımaları gerekmektedir.
Nesillerin
geçmişlerini daha iyi tanıyabilmeleri için soy ağacı kütükleri sağlam
tutulmalı, bu bakımdan ailede herkes aynı soy ismini taşımalıdır.
Dünya
kurulduğundan bu yana birtakım istisnalar dışında çocuk babanın soy ismini
taşımıştır.
Bu
istisnalardan bir tanesi Hz. İsa’nın annesinin ismiyle anılmasıdır.
Peygamber
Efendimiz’in soyu kızı Fatıma’dan devam etmesine rağmen çocuklar babaları Hz.
Ali’nin ismiyle anılırlar. Hüseyin bin Ali (Ali’nin oğlu Hüseyin) gibi.
****
KADIN VE ÇOCUĞUN SOYADININ PSİKOLOJİK AÇIDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Psk. Burcu TOLUÇ
Ülkemizde geçmişte ve günümüzde aile erkeğin soyadını taşımıştır. Şimdiye
kadar bu konuda herhangi bir sorunda çıkmamıştır. Ancak son yıllarda gelişen
bir takım akımlar bu durumun kadının özgürlüğünü engellediği veya kısıtladığını
ileri sürerek konuyu gündeme taşımaktadırlar. Ancak soyadı konusu sadece hukuki
bir konu olmayıp olayın çok ciddi sosyolojik ve psikolojik yönleri de
bulunmaktadır. Mevcut gelişmeler ışığında burada konunun psikolojik yönüne
değinilecektir.
Boşanmış Kadının Velayeti Kendisinde
Olan Çocuklara Kendi Soyadını Vermesi
Ülkemizde özellikle
son yıllarda boşanma oranlarında artış gözlenmektedir. Ailenin kurulması ve
sürmesi için özveride bulunulması Türk toplum yapısının temel reflekslerinden
birisidir. Türk toplum yapısının diğer bir özelliği, ataerkil yapıya
dayanmasıdır. Ataerkil yapıda soy baba/erkek çizgisini takip
ederken ana soyluluk da bunun tersi bir durum vardır. Çocukların babanın
soyadını alması, çocuğun babanın soyunu takip etmesini ifade eder.
Boşanmış kadının
velayeti kendisinde olan çocuklarına kendi soyadını vermek istemesi, ataerkil yapıdan matriarkal
(ana soylu) yapıya geçmeyi ifade etmekte olup, toplumun aile yapısının
genleriyle oynanan bir süreci ihtiva etmektedir. Yargıtay annenin bu yöndeki
talebini haksız bularak yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Yargıtay'ın gerekçeli
kararı dikkat çekicidir. Gerekçeli kararda, ‘baba’ soyadının, ‘aile’ soyadı
olduğu ve değiştirilmemesi gerektiği ve doğumdan önceki boşanmalarda çocuğun
annenin soyadını kullanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca “Böyle bir
uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği
gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili
travma yaratacaktır.” ifadesi ile durumun ciddiyeti ve önemine
vurgu yapılmıştır.
Boşanma durumunda çocuğun annenin soyadını
alması, sadece çocuğun değil; aile, kadın, erkek ve toplum ruh hali üzerinde de
derin izler bırakacaktır. Her ne kadar birtakım medya organları kadının
özgürlüğü adına bunun demokratikleşmeye katkı sağlayacağını ileri sürseler de,
erkeğin soyadının ailede çatı teşkil ettiği, bunun toplumu bağlayıcı bir etkisi
bulunduğu, erkeğin kadına kadının erkeğe tamamlayıcı olduğu, eşler boşanmış
olsalar dahi çocukların psikolojik açıdan babaya duydukları bir
özsaygının var olduğu inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Toplumu yönlendirmede
araç olan yayın organlarının, verilen birtakım mahkeme kararlarının kadın için
zafer olduğu manşetlerini atması toplumu yanlış yönlendirmektedir.
Ayrıca, boşandıktan
sonra kadının velayeti altında olan çocuklarına soyadını vermesi, tekrar
evlendiğinde aynı şekilde diğer çocuklarına soyadını vermesi çocuklar açısından
daha vahim bir tablo sergileyecektir.
Evli Durumdayken
Kadının Sadece Kendi Soyadını Kullanabilmesi
Evlilik içerisinde
kadının sadece kendi soyadını kullanabilmesi, evlilik kurumunu zedeleyici bir
işlev ifa etmektedir. Milli ve manevi değerleri kendi bünyesinde barındıran
Türk aile yapısını, mevzuat açısından hukuki bir zeminde tesis edilerek,
tamamıyla Avrupa aile yapısına entegre etme çalışmaları aile kurumunun
dağılmasına neden olmaktadır. Kadının sadece kendi soyadını kullanmak istemesi
formel bir değişiklikten çok öte bir anlam ifade etmektedir. Psikolojik ve
hatta sosyolojik bağlamda; kadının toplumdaki yeri, erkeğin psikolojik olarak
aile yapısının bekçisi olmaması, soy bağının babayı takip etmemesinin
çocukların hayat boyu bunun travmasını yaşama riski gibi faktörlerin
düşünülmesi gerekmektedir. Zira toplumun
dirlik ve düzeni için, birlik ve beraberliğin gücünü koruması, en ufak bir
zedelenmeye yer verilmemesi, aile kurumunun hayati önemi göz önünde
bulundurulmalıdır.
Aile kurumunun
yıkımlara uğramasındaki nedenlere bakıldığında ve hatta psikolojik danışmanlık
merkezlerinde yapılan çalışmalarda birbirleri ile kuvvetli bağ kurmuş kişilerin
problemlerden de öte çetin meselelerin bile daha kolay üstesinden
gelebildikleri görülmektedir. Buna karşılık boşanma vakalarının artış
gösterdiği dönemlerde, psikolojik olarak yakın bağları yeterince kuvvetli
olmayan kişilerin özgürlük adı altında kopukluk içerisinde sadece aynı evi
paylaştığı gözlemlenmektedir. Zihinsel ve ruhsal anlamda kendisini bağımsız
hissettiğini söyleyen bireylerin basit ailevi problemleri bile aşamadıklarını
aksine boşanma kararı ile psikolojik destek aldıklarını söylemek mümkündür.
Milletimizin en
özel bir yönü de birbirlerine, ailelerine olan duygusal bağın yakın çerçevede
olmasıdır. Bu konuda en ufak bir zedelenmeye dahi yer verilmeyerek bu bağların
güçlenmesi birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirecektir. Aile kurumunda
babanın soyadı bir nevi çatı anlamında psikolojik olarak koruma, gözetme teşkil
etmektedir. Kadının psikolojik anlamda farklı ruh yapısı ve naif, nazik
yaratılışı göz önünde bulundurulursa bu durum kadının özgürlüğünün elinden
alınması değil, aksine eline destek veren bir el anlamını taşımaktadır.
GENEL DEĞERLENDİRME
Ülkemiz bir süredir
maalesef nesep karışıklıklarına yol açacak tehlikeli bir sürece girmiştir.
Sperm bankaları, anne sütü bankalarından sonra kadının ve çocuğun soyadı ile
ilgili bir takım değişiklikler gündeme getirilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin
ilgili hükümleri iptal etmesi ile kadının evlenmeden önceki soyadını evlilik
içerisinde tek başına kullanmasının ve kadının boşandığında velayeti kendisine
verilen çocuklara kendi soyadını verebilmesinin yolu açılmıştır. Anayasa
Mahkemesinin müstakar içtihatlarından dönerek bu yönde karar vermesinin
dayanağı AHİM kararlarıdır. Gerçekte AHİM kararlarının hiçbir bağlayıcılığı
yoktur ve sadece tazminat yükümlülüğü doğurabilir.
Bu uygulamalar
“aile toplumun temelidir” anlayışına tamamen zıttır. Anayasa Mahkemesi bu
kararı ile Anayasadaki toplumu ayakta tutan en temel ilkelerinden birisini yok
saymaktadır. Bu tür uygulamalar aile bireyleri arasındaki birlik ve beraberliği
zedeleyecek, biz duygusunu, aidiyet hissini yok edecektir. Daha evlenmeden
boşanmayı düşünen yeni nesil üzerinde yıkıcı etkisi olacak, aile birliği
kurulurken boşanma sürecine de girecektir. Bu yaklaşım boşanma oranlarının
hızla arttığı ülkemizde bu oranların artan bir ivme kazanmasından başka bir
sonuç vermeyecektir.
Ayrıca nesep yönünden
belirsizliklerin, karışıklıkların kapısı da sonuna kadar açılacaktır.
· Çocuklara kimin
soyadı verilecektir?
· Birden fazla çocuk
olur ise çocukların soyadı ne olacaktır?
· Boşanma durumunda
kadının soyadını alan çocuk babasının soyadını taşıyamazken annesinin babası
olan kişinin, dedesinin soyadını taşıyacaktır! Çocuk adına hayati önemi haiz
böylesi bir konuda kadının tek başına karar alması ne kadar adildir?
· Anne yanında ve ona
muhtaç olan çocuktan bu durumu idrak edip karşı çıkması beklenebilir mi?
· Birden fazla çocuk
olduğunda bir kısmının velayeti annede bir kısmının velayeti babada kalmış ise
ne olacaktır? Kardeşler farklı soyadı mı
taşıyacaklardır?
· Kadın velayeti
kendisinde bulunan çocuğa kendi soyadını verdikten sonra evlenir ve yeni eşinin
soyadını alır ise çocuk hem annenin hem de babanın soyadını taşımayacak,
dedenin soyadını taşımaya mahkûm mu edilecektir?
Bu konuda benzer
sorular çoğaltılabilir.
Mevzuatta zaten
evlenen kadına evlenmeden önceki soyadını da taşıyabilme imkânı verilmektedir.
Kadının iyiniyetli, kendi babasının soyadını taşıma talebi bu şekilde
karşılanmaktadır. Ortada hukukla veya insan hakları ile ilgili bir sıkıntı
yoktur. Burada mesele başkadır. Ortada feminizmden hatta erkek düşmanlığından
da öte evliliğe ve aile kurumuna açıkça cephe alan bir zihniyet vardır.
Karar organları
günübirlik moda akımlara, medya yönlendirmelerine göre hareket etmemelidir.
Toplumun yapısına uygun uzun vadeli politikalar ile hareket edilmelidir.
Mahkeme kararları, yargı içtihatları toplumun vicdanını kanatarak, denizde bir
damla kadar bile olmayan bir kısım marjinal unsurları tatmin etmek veya
susturmak adına verilmemelidir. Yüzyıllarca dimdik ayakta duran milletimizin bu
gücü inancına uygun aile birliğinden ve aile fertlerinin birbirlerine duyduğu güvenden
gelmektedir. İnancımızı, tarihimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi küçümseyip yok
sayarak, aile kurumunun yok olduğu Batıyı taklit etmek maalesef sonu yok oluşa
giden büyük bir gaflettir.
Toplumsal hayatın
devamı ve gelişimi için bir takım kurallara uyulması zorunludur. Evrende
zerreden kürreye, tek bir atomdan devasa galaksilere, tek hücreden en büyük en
gelişmiş canlılara kadar belli kurallar çerçevesinde işleyen bir nizam vardır.
Tek bir atomun hatta atom içerisindeki tek bir yapının yine tek bir hücrenin
hatta hücre içerisindeki tek bir yapının bile bu kuralların dışına çıkması
nasıl bir felakete sebep olabiliyorsa toplum nizamı da böyledir. Toplum
menfaati bireysel menfaatlerden önce gelir. Bu birey özgürlüklerinin yok
edilmesi değil aksine gelişmesi için zaruridir, çünkü bireyin varlığı toplumun
varlığı ile mümkün olabilir.
Nizam ile intizam
olur. İntizam olan yerde özgürlük olur. Evlilik içerisinde kocanın soyadının
kadının ve çocuğun soyadı olarak kullanılmaya devam etmesi ailenin nizamı,
toplumun nizamı dolayısı ile devletin nizamı için zaruridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder